Yatak odamın penceresi batıya bakıyor ve güneş her sabah odama, batıdan doğuyor. Bunu keşfettiğimde çok şaşırmıştım. Acaba yatak odamın penceresi batıya değil, doğuya mı bakıyordu haberim yok.
Hayır hayır. Doğuya bakan salona geçince, güneşin oradan da doğduğunu gördüm. Allah Allah. Dünyamızın iki güneşi mi olmuştu yoksa?
İki güneş yoktu tabii. Batıdan doğan güneş yansımaydı. Batıda cam giydirilmiş plazalar vardı. Güneş oradan yansıyıp yatak odamızda da doğuyordu. Ama ilginç olan, yansıyan güneşte de, tıpkı aslı gibi hem sıcaklık hem aydınlık aynı gibiydi, adeta hiç farkı yoktu. Yansıma olduğu halde asıl güneşin bütün özelliklerini taşıyordu.
Tabii ki, ben her sabah güneş doğmazdan önce kalkıyor ve kâinatın tek sahibi Rabbimin istediği şekilde, beni var edip yaşattığı ve nimetlendirdiği için O’na hamd ediyor ve namazımı kılıyordum. Sonra da insanlığa gönderdiği kitabını okuyor. Kâinat kitabını, olayları tefekkür ediyor, değerlendiriyordum.
Bu arada doğudan doğan güneşin salondaki cam sehpaya geldiğini ve oradan bana göz kırptığını, bana bir şeyler anlatmak istediğini fark ettim.
Gönül kulağımı ona dayadım.
“Ben bir elçiyim” diyordu güneş, “beni de Rabbimiz var etti ve bana bu görevi verdi. Görevim, insanlara ve diğer yaratılmışlara hizmet etmek, faydalı olmak. Yaratıcının mülkünde yaşadıklarını unutanlara onu hatırlatmak. Uyuyanları hakikate uyandırmak, onun için nerede beni yansıtacak parlak bir nesne, temiz bir gönül görsem hemen oraya gider, yansıma yapar, karanlıkta kalmış köşeleri de aydınlatmaya, ısıtmaya çalışırım. Bu yüzden yansımayla batıdan da, kuzeyden de, güneşten de alttan da, üstten de, kısaca, her taraftan doğarım ben. Yeter ki Rabbiyle buluşmayan bir gönül, bir varlık kalmasın.”
Ne güzeldi söyledikleri güneşin. Güzelliklerini her tarafa ulaştırmak için yansımayı kullanıyordu. Yansıdığı yerde de, aslı gibi tecelli ediyordu. Parlak, temiz yüzeyler ne kadar da önemliymiş. Cam plazalar olmasa, batıya bakan penceremden güneşin doğuşunu göremeyecektim.
Tamam, dedim güneşe. Anladım. Benden de söylediklerini başkalarına yansıtmamı istiyorsun. Peki dedim. Ve o sabah Whatsapp’taki aile grubumuza ilk
Evet, ilk Güneş Nasihati:
“Günaydın, ben geldim. Karanlıkları ve dünü kovdum. Bugün yepyeni taze bir gün getirdim size. Dün ne yaşamış olursanız olun geçti gitti, kayda alındı. Dün ile uğraşmayın faydası olmaz. Önünüzdeki güne bakın. Fırsat elinizde, rolünüzü dilediğiniz gibi oynayın. Sayılı saatleriniz var unutmayın. Bugün ile alakanızı kesecek, bugünü sonlandıracak uykuya az kaldı. Bugününüz çok kıymetli, değerini bilin. Yarın endişesi de sakın taşımayın. Yarın ben yine gelirim. Hadi, işim var. Bu kadar gevezelik yeter.”
O günden beri her sabah yansıtma görevimi devam ettiriyorum. Her sabah bir Güneş Nasihati yazıp aile fertlerime gönderiyorum. Umarım gönül aynam kirlenmez, yanlış, farklı şeyler yansıtmam.
Aile grubunda paylaştığım güneş nasihatleri yüzlerce olunca, kızlarım, “Baba bunlar aramızda kalmamalı. Biz de ayna olup başkalarına yansıtmalıyız. Onun için kitaplaştıralım” dediler.
“Peki” deyince torunum Zeynep Alya Dede kapağını tasarlayıp çizmiş. Arka kapağını ise torunum Mehmet Sabri Gece tasarlamış. Kitabımı kızlarımın şirketi olan KidsNook basmış.
Artık hukuk ofisimde, tefeül kitabı olarak onu da kullanıyorum. Sizin için gönlüme otuz altı rakamı geldi. Okuyalım mı?
* Abdurrahim Dede’nin Güneş Nasihatleri adlı kitabından alınmıştır.